Allah Rasülü hangi kavimden idi?





Allah Rasülü hangi kavimden idi?




 
Kavimlerin kalitesi/üstünlüğü kendi peygamberlerinin diğer peygamberlere olan üstünlük/ayrıcalık derecelerine göre belli olur. Eyyüb (A.S)’ın kavmi “sabr”ın ne olduğunu saf olarak gösterebilme istidadı yönünden diğer kavimlere üstündür. Çünkü Eyyüb (A.S) “sabır” peygamberidir ve kavmi de “sabır” cevherine mâliktir. Bunun gibi İsa (A.S)’ın kavmi “ruhaniyet” in ne olduğunu gösterebilmesi bakımından diğer kavimlere üstün konumdadır. Musa (A.S.)’ın kavmi, sıkı bir şeriat uygulayıcısı ya da uygulayabilme bünyesine sahip olabilme noktasından diğer kavimlere üstündür. İnsanlık, Hz. Adem’den, Hz. Muhammed’e kadar kavim kavim ayrılmış ve her kavim de kendi peygamberini çıkartmıştır. Çıkan her peygamber, Hz. Adem’in insanlık aleminin ferdiyet çizgisi üzerindeki açılımının bir parçası olmaktan başka bir şey değildir. Bu çizgi üzerinde her peygamber Hz. Adem’de potansiyel olarak varolan kendine ait ismi müşahhas zeminde, her bir peygambere karşılık gelen kavim de ictimai zeminde görünür kılmıştır. Böylece, Hatem-i Enbiya’ya ve O’nun kavmine kadar her isim soyuttan somuta doğru olgunlaşa olgunlaşa kemaline Hz. Muhammed’de ve O’nun kavminde ulaşmıştır. Hz. Adem’de soyut bir kemâl söz konusuyken, Allah Rasülü’nde somut bir kemâl söz konusudur. Artık yeryüzünde görünen, görülmüş her bir hakikat Hatem-i Enbiya’da olgunluğa ulaşmak için istikametini Mekke’ye çevirmiş, Amine’nin rahminde, ferdiyet potasında toplanmış olduğu halde yeryüzüne doğmaya durmuştur. Amine’nin doğum sancısı, Muhammedî hakikatin yani bütün ilahî esmanın, topluca ilahî rahmetin -uluhiyetin has ismi Allah ism-i şerifidir- coşkusunu yaşamak için Ana rahminden kopuşu ile dünyanın Onları çekmesi arasında yaşanan yaratılış geriliminin bir ifadesi oldu. Amine, Allah Rasülü’nü doğurmakla -O, doğmadan önce nebi olduğu gibi, doğduğu anda da nebi idi. Kırk yaşında sadece O’na peygamber olduğu bildirildi ve Kitap verilmeye başlandı.- bütün bir insanlık kadrosunun içinde varolduğu kâinatı doğurmuş oldu. Peki, Hz. Muhammed, nereye doğdu? Mekke’ye. Mekke’de hangi topluluğun içine doğdu? Kureyş’in. Kureyş kimdir? Arab’ın Hz. İsmail kanalıyla gelen ana gövdesi. Geriye doğru kime gider? Hz. İbrahim’e. Allah Rasülü’nün doğumuna Kureyş’in gösterdiği sevincin, zahirde, bir erkek çocuğunun doğmuş olmasına duyulan kibirden kaynaklandığı düşünülmüş olsa da, batında, İbrahim (A.S.)’ın soyundan gelen Kureyş’in kendi bünyesinden çıkarmış olduğu bir peygamberin peygamberliğine vereceği katkıyı peşinen kutlaması olarak algılanması mümkündür. Evet, Kureyş’in varoluş gayesi öncelikle, Hatem-i Enbiya’yı rasüllük kıvamının şartlarına hazırlamak; ikincisi, rasüllüğü ile birlikte gelen vahyin ferdi ve ictimai planda tatbikini mümkün kılmak. Peygamber, yiyip içmekteydi ve yediği içtiği gıdalar, O’nun beden sağlığının bir son peygamberin evrensel düzlemde tüm insanlığa menşe olabilecek ameli işlenebilmesi için gerekli olan nebevi sağlık kıvamının tepe noktasına ulaşmasını sağlayabilecek nitelikte olmasını gerektiriyordu. Peygamber, giyiniyordu ve giydiği kıyafetler Allah’ın kainatı esbap giysisiyle örtmesine nazire teşkil edebilecek ölçütlerde olmalıydı. Çünkü giyinen, kainatın yaratılış gayesi ve özüydü. Oturup kalkıyordu, seviniyor, öfkeleniyordu ve bütün bunlar ilahi murada aykırı şekillerde olamazdı. Çünkü kendisine risalet bildirildiği zaman Kur’an’ın neye ve nasıl sevinmesi ve öfkelenmesi gerektiğini söyleyeceği kâmilliğe kendisini hazırlamalıydı. Bütün bunlar Mekke-Medine toplumundan ayrı, yalnız başına gerçekleştireceği şeyler değildi. Kureyş’in gelenekleri Allah Rasülü’nün peygamberlik yolunda kişisel gelişimine katkı yapar yönde olmalıydı ki, tersine bir durum, Allah Rasülü’nün, rasüllük bünyesini kazanabilmesi için Kureyş’in dışında bir kavmin yani rasüllük bünyesinin oluşumuna katkı sağlayabilecek bir kavmin arasına katılmasını gerektirebilirdi. Öyle olmadı, çünkü Kureyş, bütün bir insanlığa risalet göreviyle görevlendirilmiş, mühürleyen bir rasülün, rasüllük vazifesini hakkıyla yerine getirebilmesi için gerekli sosyal şartları bünyesinde taşıyordu. Saflığı Muhammedî yükü kaldırabilecek bir saflıktı. Kureyş saf altın değerinde bir peygamberin yaşayabilmesi için gerekli olan saflığa sahip bir topluluktu. Buna sonradan Medine toplumu da katıldı. Aksine bir durum, Allah Rasülü’nün uygulamalarını boşa çıkarabilirdi. Düşünün ki, Hatem-i Enbiya’nın bir amelini tezahür ettirebilmesi için muhatap aldığı insan topluluğunun o ameli kabul ya da reddetmesi için gerekli saflığa sahip olmadığını… Yüzde yüz saflıkta bir amel, yüzde elli saflıkta bir topluluk üzerinde tatbike kalkışılırsa, amelin ancak yüzde ellisi tatbik edilebilir, kalan yüzde ellisi ise uygulama alanı boşluğundan ötürü pratiğe geçirilemez ve havada kalır. Sonuçta vahyin tatbiki tam anlamıyla mümkün olmaz. Vahiy, indiği ilk anda kendini yeryüzünde yüzde yüz ifade imkanı bulmamış olur. Mesela, İslam’ın “âdil olma”, emrinin bütün insanlık tarafından tam olarak anlaşılabilmesi için ilahi murada uygun kâmil adaletin hem ferdî hem de toplumsal planda somut olarak gösterilebilmesi gerekir. Ferdi planda Allah Rasülü’nün rasüllük kıvamında; Hz. Ömer’in sahabelik ve velilik kıvamında; toplumsal planda da bütün Ashab-ı Kiram’ın sosyal adalet kıvamında somuta geçirebilmeleri şarttır. Böyle olmazsa, farklı mekan ve zamanlarda yaşayan iman ehli, Kur’an’ın muradı olan adaletten neyin kastedilmiş olduğunu anlayamazlar ve kaos kaçınılmaz olur. Dahası, saf adaletin karşısına dikilen saf zulüm de anlaşılamaz. Çünkü saf adaletin iptali için saf zulüm gereklidir ve Kur’an’ın zulümden muradı neyse onu da Allah Rasülü’nün karşısında duran Mekke-Medine müşrikleri somut olarak göstermişlerdir. Şu halde, “iman nedir?” sorusunu cevaplayabilmemiz için Rasülüllah ve ashabına; “şirk nedir?” sorusunu cevaplayabilmemiz için Ebu Cehil ve dostlarına bakmamız gerekir. Kureyş’in müşrikleri bile imanın karşısına dikilen, Kur’an’ın reddettiği şirkin ne olduğunu gösterebilmek için gerekli olan saflığa sahiptiler. Sonuç itibariyle, biz, Kureyş’ in Haşimi hattı temel olmak şartıyla Allah Rasülü’nün hayatı boyunca çevresinde halkalanan topluluğun herhangi bir kavim olmadığını cihanşümul özellikleri topluluk şuuruyla istidat ve bünyelerinde taşıdıklarını belirtebiliriz. Yani Kureyş, normal bir Arap kavmi değil bütün kavimleri içeren kavimlerüstü İbrahimi bir Arap topluluğudur. alinti Memleket




Reklam












=> Sen de ücretsiz bir internet sitesi kurmak ister misin? O zaman
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol